Küçük bir kasabada, “Devlet Hastanesi” adıyla bilinen bir sağlık merkezi vardı. Hastane, dar gelirli insanların yaşadığı bir yerdi, ama buradaki doktorlar ve hemşireler, hastalarıyla olan ilişkilerinde sadece tıbbi bilgilerini değil, aynı zamanda kalplerini de sunuyorlardı. Dr. Busem, buranın başhekimiydi; hayatını sağlık hizmetlerine adamış, samimi ve kararlı bir kadındı. Ancak, hastanenin karşılaştığı zorluklar, onu ve ekibini derinden etkilemişti.
*
Kasabanın ekonomik durumu kötüleşiyordu. Özel hastaneler, kaliteli sağlık hizmeti sunma kandırmacasıyla insanların gözlerini kamaştırıyordu. Bunun sonucunda birçok insan, ücretsiz sağlık hizmetlerindeki altyapı eksiklerinden derman bulamayınca yüksek ücretler ödeyerek özel hastanelere yönelmeye mecbur bırakılmışlardı. Devleti yönetenlerin sağlık politikası gereği teşvikler özel hastanelere akıyor, kamu hastanelerini ödeneksiz bıraktırılıp itibar kaybettiriliyordu. Dr. Busem, bu durumun toplumsal adaletsizliğe yol açtığını biliyordu; zenginler sağlığa erişimde bir ayrıcalık elde ederken, yoksul kesim dışlanıyordu. Ya da özel hastanelere gitmeye zorlanıyorlardı. Bu normaldi çünkü, özel hastane sahipleri sağlık sisteminin başında “ BAKANdılar.”
*
Bir sabah, Dr. Busem hastaneye girdiğinde, hastane koridorlarında bir hareketlilik olduğunu fark etti. Orta yaşlı bir kadın, üzerinde yıpranmış bir paltoyla, yanındaki küçük kızıyla birlikte hastaneye gelmişti. Kadın, nefes darlığı şikayetiyle gelmişti. Dr.Busem, kadının hastalığını teşhis ettiğinde, gerekli tedavi için ilaç ve tıbbi malzemelerin temininde sorun yaşanacağını düşündü. Bu durum, onun için hiç de yeni değildi. Sağlık güvencesi yoktu ve ilaçlar çok pahalıydı.
*
Hastane, devlet tarafından finanse edilmesine rağmen, maddi sıkıntılar içindeydi. Dr.Busem, tek çare hastaneye bağış yapacak insanlar arıyordu, ama artık pek az insan yardıma yanaşıyordu. “Neden? Neden bir insanın hayatı bu kadar değersizleşiyor?” diye düşündü.
*
Bir akşam, hastane bahçesinde otururken, komşu kasabadan gelen genç bir doktor olan Berçem ile tanıştı. Berçem, Türkiye’nin büyük şehirlerinde çalışan özel hastanelerdeki yolsuzlukları ve hastaların yaşadığı mağduriyetleri anlatıyordu. “Artık insanlar sağlıklarını kaybetmekten korkuyor. Sağlık hizmetleri bir hak değil, bir metaya dönüşüyor,” dedi. Dr. Busem, bu konuşmalardan bir çıkış yolu düşünüyordu. Berçem’le birlikte bir şeyler yapmaya karar verdiler.
*
Kısa süre içinde, “Sağlık Hakkı İçin Mücadele Grubu” adlı bir inisiyatif kurdular. Bu grup, sağlık hizmetlerinin bir hak olduğunu vurgulayan, halkı bilinçlendiren ve sağlık sistemindeki adaletsizliklere karşı seslerini duyuran etkinlikler düzenlemeye başladılar. Türk Tabipleri Birliği ’de destek vermişti. Topluluklar bir araya geldikçe, insanların sağlığa erişim hakkı için bir araya geldiklerini görmek Dr. Berçem ve Busem’i cesaretlendiriyordu.
*
Bir gün, hastanenin kapısında bir protesto düzenlendi. Kasabanın sakinleri, devletin sağlık hizmetlerini güçlendirmesi ve özel sektörün etkisini azaltması için taleplerde bulundular. Dr. Berçem, kalabalığın önünde durarak, “Biz burada sadece hastaları değil, insanları iyileştirmek için varız. Sağlık bir haktır, bir ayrıcalık değil!” diye haykırdı. Kalabalık bu sözlere umutla bakıyorlardı…
*
Zamanla, bu inisiyatif diğer kasabalara yayıldı. Küçük bir harekete dönüşen bu protesto, sağlık sisteminde köklü değişikliklere yol açar mı, devlet, sağlık hizmetlerine daha fazla yatırım yapmaya ve sağlık çalışanlarının haklarını korumaya yönelik adımlar atar mıydı bilmiyorlardı. Ama mutlaka buna itiraz edip bir farkındalık yaratmak gerektiği konusunda emindiler. İnsanlar, sağlıklarının korunması için mücadele de yalnız olmadıklarını hissetmeleri gerekiyordu.
Öykünün sonunda, Dr. Busem, hastanede bir hastaya bakım yaparken, genç bir hemşire olan Elif’e döndü. “Unutma,” “bu mücadele, sadece sağlık değil, insanlık mücadelesidir.” Elif gülümsedi ve “Birlikte daha güçlü olacağız,” diye yanıtladı.
*
Son olarak, özel sektörde ün yapmış 19 hastane de büyük bir kötülük ortaya çıktı. Dünyaya gözünü yeni açmış bebeklerin bedenleri ve katli üzerinde yürütülen insanlık dışı vahşet, bir utanç belgesi olarak basına ve dünyaya yayıldı. Beş yıldızlı hastane koridorlarında yaşamadan paraya ve kar ahlaksızlığına kurban edilen bebeklerin çığlıkları, annelerin dere olup akan göz yaşları kaldı geriye. Hiç olmazsa bu kez “adalet” yerini bulur muydu? Kimsenin umudu yoktu. Suç, hukukta her ne kadar bireysel olsa da, üç beş kişiye ceza verip suçlarını her zamanki gibi örtmeye çalışarak, sonra bütün aç gözlüğüyle sağlık hakkını sömürmeye devam edecektiler. Sistem bunun güvencesiydi. Koca koca holding hastanelerini kamulaştıracak halleri yok ya! Halkımızda işin bu yanında değildi zaten. Adem amca millet bahçesinde bedava çayını yudumlarken “bunları tek tek sallandıracaksın “diyordu kendi torununu düşünerek. Ana muhalefet parti lideri konunun özüne uygun “kamulaştıralım” diye feryat ederken, olası kendi iktidarlarında bunu yaparlar mıydı? Yoksa siyaseten bir öfke anında söylense de sonra büyük ihtimalle unutulacaktı.
*
Dr. Busem ve Berçem mesleklerinin onurunun bu kadar ahlaksızca çiğnenmiş olmasından derin acı ve öfke duyuyorlardı. Busem o gün kontrole gelen bir aylık bebeği muayene ederken göz yaşlarına hâkim olamadı. Bebeğin annesi de doktorun duygularını anlamış yüzünde süzülen yaşlarını silmeye çalışıyordu. Bebeğin annesi hüzünle Dr. Busem’e baktı, kendi bebeği emin ellerdeydi.
Hasan Baki Çifçi