Modern Türkiye’nin bir türlü başarılı olamadığı bir alandır mimari. Hani fikir dünyamız kısırdır ama ama bir kaç aklı selim adam çıkarmışlığımız vardır. Edebiyatta, sanatta, sporda başarılar göstermişiz. Mahkemelerimizin adaletle karar verdiği bile olmuş. Ama mimaride hiç bir başarımız olmamış. . . .
Yüksek bir yerden İstanbul’a baktığınızda gördüğünüz bütün mimari şaheserler, zarif yapılar cumhuriyet öncesine aittir. Gördüğünüz bütün çirkinlikler ise cumhuriyet dönemine… çirkinliği kronolojik yakınlığı ölçüsünde artar. . . . Çocukluğumda İstanbul, Kenya’nın Nairobi’sinin varoşundan farksız gecekondu mahalleleriyle doluydu. Keçinin çıkamayacağı yerlere derme çatma kulübeler kuruluydu. Çeşitli boylarda, çeşitli malzemelerle yapılmış, çeşitli renklerde boyanmış yıkıldı yıkılacak binalar… Kuştepe, Fikirtepe, Örnektepe, Bağcılar… Buralar Orta Afrika kasabası gibiydi. Su tankerle gelirdi. Kağıthane’ye Zeytinburnu’na kokudan girilmez idi. . . . Adı üstünde ‘kondu’ idi. Kaldırdılar. Herkes konduğu yerin maliki oldu. Sonra gecekondu diken adamlar aynı mimari anlayışla betonarme binalar yaptılar. Tarih boyunca böyle olmuş. Güç insanı şeytanlaştırınca onlar yüksek binalar inşa etmişler. Barınmak için değil, egolarına tapınmak için… Sonra zaman, o yapıları mimarlarıyla birlikte yutmuş… . . . Kaldırılan gecekonduların yerine kondurulan gökdelenler evvelce yerlerinde var olan küçük yapıcıklardan daha çirkin. Haddini bilmez, isyankar, işe yaramaz… Yine kilometrelerce gidiyorsunuz ve sağınız solunuz çirkin mi çirkin, Tanrıya inanan insanların yaşayamayacağı türden şeddadi binalarla dolu, . . . Şimdilerde herkes yapı işine girmiş olsa da evvelce memleketin müteahhidi Karadenizli, işçisi Kürt idi. Orta Anadolulular, Egeliler, Trakyalılar karışmazdı o işlere. Bu iki etnik grup, etnisitelerinin bulunduğu yerlerde şehir kuramamış, mimari geleneği olmayan topluluklardı. Oysa mimari gelenek gerektirir. Biri yamaçlarda yaşamıştı binlerce yıldır, diğeri koyunlarının peşinde o yayla senin bu yayla benim… Cumhuriyetin şehirlerini şekillendirme görevi onların oldu. . . . Köyünde akan derenin ortasına sipsivri bina diken vatandaşla İstanbul’un siluetine kazıklar çaktıran belediye başkanı arasındaki yegane farkı teşkil eden diploma adamı medeni kılmaya yetmiyor yazık ki… Bir kaç ay kaldığı yurtdışında Türkçeyi unutup gelmiş bir genç, felan belediyede şehir plancısı olduğunu söylemişti de kahkahayı basmıştım. Doğduğu köyde tuvalet yoktu o genç adamın… . . . Cumhuriyet tarihinin şehircilik müktesebatı – dediği dinlenmemiş bir kaç bilgin kişinin emeği dışında – toplansa bir Nusretiye Camii, bir Büyükada evi, bir Beypazarı Konağı etmez. Kocaman bir iddia olduğunun farkındayım ama iddiamın da arkasındayım. Ama dürüstçe söyleyin… İçinde öleceğiniz binayı seçme şansı verselerdi size, son günlerinizi nerede geçirmek isterdiniz?
Hulusi Üstün