On yıl geçmiş üzerinden, Unutmayı haklı kılacak kadar uzun bir zaman. Unutmadık ama. Hemen hemen her gün anıyoruz seni sevgili dostum. Dost sohbetlerinde, yemek saatlerinde, kahve içerken, cıgara yakarken, şarkı dinlerken, güllere, gökyüzüne, denize, ağaçlara, kayıklara, haritalara, kitaplara bakarken. . . .
Memlekete dair bütün öngörülerin gerçekleşti şuraya kadar. Ben cıgarayı bırakamadım. Çocuklar büyüdü, seni evden birini tanır gibi tanıyorlar. Zülice Teyze yaşlandı, sesinin çağıltısı azaldı, Bana sohbetiyle dünyayı dolaştıran, tarihi hallaç pamuğu gibi darmaduman eden bir başka dost edinemedim. Senin yaşadıklarını konu eden romanı da bitiremedim. . . . Önce bir tanrı kelamı, en sevdiğin ayet…
‘Elleylü sabıkun nehar…’ Sonra en sevdiğin şarkılardan bir demet ‘Sen sanki baharın gülüsün, şen çiçeğimsin, Sen her gece rüyama giren gözbebegimsin…’ Ve tabii ki ‘Küllina nihibbil kamer… vel kamer bihibbi miyn!’ Bir de Abidat ezgisi… ‘Si loghune sigojınsa!’ . . . Dünyadayken kötü olmayı beceremeyenlerin, bütün randevularına geç kalıp fırsatları elden kaçıranların, sevince ıpıslak sevenlerin, sevdiğini diyemeyenlerin dostlarına başka hiç kimseye ihtiyaç bırakmayacak ölçüde samimiyetle dost olanların gittiği yer var ya cennette… Oradaki bütün tanıdıklara selam söyle.