1 Ekim’de Tekirdağlı yazar, şair ve kültür adamlarıyla bir araya geldik.
Henüz dalına hazan değmemiş ulu ağaçların gölgesinde derdi sanat, şiir, incelik, barış, kardeşlik, doğa, vatan, millet olan adamlar ve kadınlar.
Memleketlerinde hakkı teslim edilmiş olan kültür adamları ve ünü kasabasını, şehrini aşıp bütün ülkeye yayılmış olanlar… hatta dünya çapında bilinen, tanınanlar… hepsi yan yana. Hemen hemen herkesin çehresinde tebessüm.
Önce bir dakikalık saygı duruşuyla ecdat, cumhuriyeti kuranlar ve Atatürk anıldı.
Sonra coşkuyla İstiklal Marşı okundu.
Ardından şairler çağırılıp taltif edldi. Şiirleri okundu, şiirleri hakkında konuşuldu.
Sonra edebiyatımıza ilişkin konuşmalar yapıldı.
Ardından Trakyalı saz şairleri mikrofon aldı. Deyişler, demeler okundu.
Sonra Tekirdağ havaları çaldı sazlar. Dinleyici kalabalığının içinden kimi kadınlar erkekler kalkıp oynadılar.
Bir ara ezan okundu, müzik sustu, insanlar saygıyla ezanın bitmesini bekledi.
Sonra yine şiirler, şarkılar okundu. Kitaptan sanattan konuşuldu.
. . .
Yan masadaki suskun adam çantasından zarif bir şişe çıkarıp önündeki karton bardağa doldurup sağına soluna ikram etti. Bozova rakija…
-Koyum mu sana da bi karton…
Kimisi kabul etti ikramını, kimisi ‘onu içince bağaarmam geliyü be’ deyip reddetti.
Program bitti. Yine başladığı gibi ağırbaşlılıkla, gülümseyen yüzlerle, birbirlerine iyilikler temenni ederek ayrıldı insanlar.
. . .
Dönüşte düşündüm.
Ne güzel, ne insani, ne dostça bir birliktelikti bu.
Rant konuşulmadı, inşaat projesi, imar işi, para, döviz, siyaset, çıkmaz sokaklara benzeyen dini soslu sohbetler yok…
Kibir, tahakküm, üstten bakış, öfke yok.
Herkes insan, herkes kardeş, herkes ev sahibi, herkes misafir…
. . .
Trakya Türkiye sosyolojisinin genelinden çok farklı.
Memleketin genelinde birbirinin karşıtı ya da alternatifi kabul edilen cumhuriyet kazanımlarıyla tarihi miras, din ile güncel hayat, modernite ile gelenek burada yanyana, birbiriyle barışık.
Geçmişteki taşra hayatı Anadolu’nun bir çok yerinde olduğu gibi şehirden ve teknolojik gelişimden izole edilmiş değil.
İnsanlar kendileriyle, geçmişleriyle, ülkeleriyle, dinleriyle, inançlarıyla, anadilleriyle, modern dünya ile komşularıyla ve çevreleriyle kavgalı değiller.
Bu barışık hal şehrin sokağında, sahilinde yalısında gözle görünüyor.
. . .
Ama Trakyalılar ülkenin genelinde, idaresinde, iş hayatında, kültüründe, sanatında görünmüyorlar.
Trakyalı iş adamı, Trakyalı siyasetçi, Trakyalı askeri kişilik, Trakyalı bürokrat hemen hemen yok.
Nepotizm, hemşehricilik, mezhepçilik tarafından kapatılmış önleri.
Bireysel başarılarıyla daha çok sanat alanında varlıkları hissediliyor.
Ülkenin utancı olan, bütokrasinin kilit noklalarını yeteneksiz insanlara peşkeş çeken nepotizmin en somut zararı bu.
. . .
İyilikler sağlıklar dileyerek, tekrar buluşmayı ümit ederek ayrıldık birbirimizden.
Kızdım kendime yolda…
‘A be nene gerek senin tevekkel olmuş dünyayı kurtarmak b’olum. Çöplüğe dönmüş memlekete yanmak, kocamış orospulara dönmüş İstanbul’u anlatmak, Kaf Dağının masalını söylemek neyine gerek. Lüzumsuz, kompleksli adamlarla yoldaşlık etmeyi bırak artıkın. Te bak sana uğraşsa uğraş… yazacak konu ise konu. Baksana sen kendi memleketine b’olum. Baksana kendi memleketine!’