Vatan Caddesindeki insan kalabalığını şaşkın gözlerle izliyordum. Sırtımda deri montum, ayağımda çok sevdiğim kovboy çizmelerim… Yirmi yaşındayım. Cüzdanımı nasıl yürüttüklerini bugün gibi hatırlıyorum. Özal ölmüş, ben Aksaray’ın ortasında beş parasız kimliksiz kalıvermişim. . . . Merkez Efendi türbesinde soluklanıyorum, Uzunca boylu bir teyze süpürgesine dayanmış Merkez Efendi’yi anlatıyor. Yaşlı, incecik bir başka nine bana çilehanenin önündeki kuyuyu gösteriyor. Eğilip kuyuya bakıyorum merakla. Suya yansıyan görüntümü izliyorum. Kimliğim olmadan vize sınavlarına nasıl gireceğimi düşünüyorum. Suda oynaşan ışıkların arasından annemin görüntüsünü gördüm sanıyorum. . . . Ankesörlü telefondan cebimde kalan son bir kaç bozuklukla sağı solu arıyorum. Rami’de bir insan kalabalığının içindeyim. ‘Sıtkı Abi’ dedikleri Afyonlu, kırmızı sakallı, mavi gözlü, komik tavırlı bir adam ‘Özal Müceddit idi’ diye yeminler ediyor. Fethullah Gülen diye birinin gelmişine geçmişine, bütün akrabalarına sövüyor. . . . Akşam Fındıkzade’de Rusya’dan yeni gelmiş Murat Kemroukov ile karşılaşıyoruz. Henüz Türkçe öğrenememiş olan Murat bana televizyonda mevlit okuyan adamları gösterip ‘Bunlar neden ağlaşıyorlar’ diye soruyor. . . . Yıllar sonra kuzeniyle evleneceğimi bilmediğim çocukluk arkadaşım Ahmet Duman”la orada buluşuyoruz. Birlikte eve dönüyoruz. . . . İki gün sonra bir telefon… Cüzdanım Aksaray’da konak lokantasındaymış. Açıp bakıyorum, annemin siyah beyaz resmini görüyorum cüzdanda. Kimlikler yerli yerinde Otobüs biletleri ve paralar alınmış. Cüzdanı bana uzatan Rumelili amcaya teşekkür ediyorum. İstanbul’un ter kokulu esmer insan kalabalığının arasından geçip Silivri’ye, beni pırıl pırıl bir baharın içine götürecek olan mavi şeritli otobüse doğru koşuyorum. . . . Özal öleli yirmi altı sene olmuş…