Sıcakların bastırmasıyla birlikte İstanbullular iftar için Sultanahmet’i, sahillleri ve parkları tercih ediyor. Çoğu da sahura kadar temiz havanın tadını çıkarıp evine sabaha karşı dönüyor.
Dumanı tüten bir semaver, ateşi harlanan mangallar, yere serilmiş kilimlerin üzerinde yemek yiyenler, etrafta oynayan çocuklar, keyifli muhabbetler… Bu saydıklarımız bir hafta sonu pikniğinde değil, ramazan ayıhda İstanbul’un sahillerinde hafta içi 02.00 itibariyle olanlar. Oruç ve 40 dereceyi bulan sıcak havanın etkisiyle gündüzleri ev ve işyerlerinden çıkmayan İstanbullular, ramazan akşamlarını dışarıda geçiriyor. Sahildeki parklar dolup taşıyor. İftar için gelenler, sahuru da yapıp evlerine öyle dönüyor. Bİz de iftardan sahura kadar Sultanahmet, Eyüp, Yenikapı Meydanı ile Zeytinburnu, Bakırköy ve Haliç sahillerini dolaştık, sahur yapan vatandaşların sofralarına konuk, muhabbetlerine ortak olduk.
Pazartesi günü iftar sonrası başlayan turumuzda ilk durağımız İstanbul’un maneviyat merkezi Eyüp. Hafta içi olmasına rağmen Haliç kıyısındaki yeşil alanlar piknik alanlarını aratmıyor. Yere serilen kilimlerin üzerine sofralar kurulmuş. Her köşede bir semaver, yemeğin ardından sıra çaya gelmiş. Kimle konuşsak Haliç’in pis kokulu o eski halinden bahsediyor. Bayrampaşa’dan ailesiyle sahur için Haliç’e gelen Mehmet Güneş anlatıyor: “Böyle kıyısında oturup yemek yememiz mümkün müydü? Bu bir mucize.” Bu arada kalabalık bir aile grubu da yanlarında getirdikleri Monopoly adlı oyunu oynuyor. Bizi sofralarına davet eden bir başka aile ise semaverin üzerinde yaptıkları Türk kahvesinden ikram ediyor. İkinci durağımız ise Bakırköy ve Zeytinburnu sahili. Gece 01.00 suları. Burası da Haliç kıyısından farksız. İftar sonrası keyif yapanlar, sahur için gelenler… Sahildeki oyun parkları çocuk kaynıyor. Okul bahçesi gibi cıvı cıvıl. Bir yanda ise sahur hazırlıkları yapılıyor. Mangal ateşini uzun uğraşlar sonucu yakmayı başaran bir vatandaş, pişen köfteleri gösterip “Zor oldu, ama değecek galiba” diyor. Bu sırada kulağıma uzaktan bir şarkı sesi geliyor. “Aldığım nefes yarım, Kesildi can damarım, Söyle bana bir tanem, Sensiz nasıl yaşarım…” Kendimi alamayıp sesin geldiği yere yöneliyorum. Eser Çakar adlı genç, annesi ve kız kardeşlerine sahura doğru müzik ziyafeti veriyor.
Ardından ramazan ayının gözde mekanı Sultanahmet’e gidiyoruz. Bir yanda fethin sembolü Ayasofya, bir yanda tüm ihtişamıyla Sultanahmet Camisi… Kandiller ışıl ışıl. Mahyada “Hiç kimse kimsesiz kalmasın” yazıyor. Bir grup genç iki tarihi mekanın arasında sahur sofrasını kurmuş. Keyifli muhabbete kahkahalar karışıyor. Gruptan Esra Kurt, giyim mağazası çalışanları olarak sahur programı yaptıklarını anlatıyor. “Burası muhteşem. İlk kez burada yapıyoruz, ama son olmayacak” diyor. Beşiktaş’tan Sarıyer’e uzanan yol boyunca aracımızla yol alıyoruz. Saat 02.30. İstinye sahilinde sıcaktan bunalan bir grup denize giriyor. Emin ve Şiar adlı gençler havanın karanlığına aldırış etmeden senkronize bir atlayış yapıyor. Bir İstanbul akşamından geriye yorgunlukla karışık tatlı bir huzur kalıyor.