İmparatorluklar başkenti İstanbul’un binlerce yıllık çok katmanlı tarihinden bugünlere ulaşan en önemli izlrden biri olan Yerebatan Sarnıcı Müzesi, İBB Miras ekipleri tarafından yapılan restorasyonla koruma altına alındı.
Özellikle olası İstanbul depremine karşı riskler taşıyan tarihi yapı, İBB Miras ekiplerinin “arkeolojik restorasyon” ilkesiyle hayata geçirdiği restorasyon çalışmalarıyla depreme karşı güçlendirildi ve İstanbul turizmine kazandırıldı.
Sadece İstanbul’un değil, dünya turizminin de en önemli duraklarından biri olan Yerebatan Sarnıcı Müzesi’nde son restorasyon çalışmaları, 2016 yılında, 08.08.2012 tarihli ilgili Koruma Kurulu’nca onaylanmış projeler doğrultusunda başlamıştı. 2019 yılının sonuna kadar restorasyon kararları alınamaması nedeniyle restorasyon süreçleri de ilerletilememiş durumdaydı.
2020 yılında yüzde 20 gerçekleşme oranıyla restorasyon çalışmalarını devralan İBB Miras ekipleri, raspa çalışmaları sırasında mevcut gergi demirlerinin sütun içlerinde devam etmediğini ve yapının çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu tespit etti.
Ardından büyük İstanbul depremi göz önüne alındığında statik olarak ciddi risk altında olduğu kaydedilen Yerebatan Sarnıcı için yeni bir statik proje hazırlandı. 23.10.2020 tarihinde İstanbul IV Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne iletildi.
68 GÜN SONRA BEKLENEN ONAY GELDİ
Söz konusu statik proje için uzman bilim heyeti tarafından hazırlanan “Değerlendirme Raporu” da Bilimsel Danışma Heyeti görüşü ile Koruma Kurulu’na sunuldu ve 68 gün sonunda 30.12.2020 tarihinde onaylandı.
İBB Miras, zaman kaybetmeden onaylı proje doğrultusunda mevcut gergi demirlerini söküp paslanmaz çelik ve ince kesitli modern bir gergi sistemi oluşturdu. Geri alınabilir şekilde uygulanan güçlendirmeyle beklenen İstanbul depremine karşı yapı dayanıklı hale getirildi.
ÇAĞDAŞ SANATA AÇILAN BİR MÜZE DENEYİMİ
Restorasyon çalışmaları kapsamında Yerebatan Sarnıcı üzerinde yük oluşturarak olumsuz bir etki yaratan, 2 metre yüksekliğindeki mevcut betonarme yürüyüş yolu da kaldırıldı. Bu beton yol yerine yapının kimliğiyle uyumlu, modüler çelik malzemeden oluşan daha hafif bir yürüyüş yolu platformu hazırlandı.
Yeni yürüyüş yolu, sarnıçla izleyici arasındaki mesafeyi kısaltarak, yapının derinliğini hissettiren; heybetli yüksekliğini deneyimleme fırsatı sunan; sütunlarla, zeminle ve suyla bütünleşmiş bir seyir keyfi vaat ediyor ziyaretçilere.
Restorasyonda öne çıkan müdahalelerden biri de sarnıç zemininden 50 santim yüksekliğe ulaşan çimentolu geç dönem döşemelerinin temizlenmesi oldu. Bu sayede ziyaretçiler ilk kez 1500 yıllık tuğla döşemeleri görebiliyor.
Müze genelinde yapının özgün dokusuna zarar veren bin 440 metreküp çimentolu harç da yine titiz bir çalışmayla sarnıçtan uzaklaştırıldı.
Tarihi alanın mistik atmosferini korumak ve karakteristik özelliklerini görünür kılmak içinse gerektiğinde kültür sanat etkinlikleriyle entegre olabilecek dinamik bir aydınlatma tasarımı uygulandı.
YEREBATAN SARNICI HAKKINDA
Görkemli İstanbul tarihinin izini sürebileceğimiz kültür varlıklarının başında gelen Yerebatan Sarnıcı, 6. yüzyılda, Iustinianus tarafından inşa ettirildi. 80 bin tonluk su kapasitesiyle zamanında durgun bir derya gibi olan tarihi sarnıç, Latincede “Cisterna Basilica” olarak adlandırılıyor.
Günümüzde Bazilika Sarnıcı olarak da anılan yapı, suyollarından ve yağmurdan elde edilen suyu, imparatorların ikamet ettiği Büyük Saray ve çevresindeki yapılara dağıtarak yüzyıllar boyunca kentin su ihtiyacını karşıladı. Şehrin en büyük kapalı sarnıcı olan ve diğer kapalı sarnıçlardan daha fazla devşirme taşıyıcı elemana sahip olmasıyla da dikkat çeken bazilika planlı Yerebatan Sarnıcı; doğu-batı doğrultulu 28, güney-kuzey doğrultulu 12 sütun sırası içinde toplam 336 sütunu barındırıyor. 52 basamaklı taş bir merdivenle içine inilen sarnıçtaki bu sütunların çoğunun, daha eski tarihli yapılardan toplandığı tahmin ediliyor.
Yaklaşık olarak 1000 m² alanı kaplayan, 140 metre uzunluğunda, 65 metre genişliğindeki sarnıç; İstanbul’un 1453 yılında Osmanlılar tarafından fethinden sonra Topkapı Sarayı’nın ihtiyaçları için bir müddet daha kullanıldı. Tarihi sarnıcın, bölgede yavaş yavaş konutlaşmanın başlamasıyla halk tarafından su kuyusu olarak kullanıldığı da biliniyor. 16. yüzyılın ortalarına kadar Batılılar tarafından fark edilmeyen yapı, 1544-1555 yılları arasında İstanbul’da yaşayan bir doğa bilimci ve topografya uzmanı olan Petrus Gyllius tarafında adeta yeniden keşfedildi.
Osmanlı’da, III. Ahmet döneminde, mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından ilk kez, II. Abdülhamid döneminde ise ikinci kez onarım gören Yerebatan Sarnıcı, ilerleyen yıllarda da onarımdan geçmeye devam etti. 1955-1960 yıllarında sarnıcın kırılma riski altındaki 9 sütun kalın bir beton tabakasıyla kaplandı. 1985-1987 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirdiği kapsamlı onarım ve temizlik çalışmalarında, Yerebatan’ın en önemli simgesi olan Medusa başları keşfedildi. Sütun kaidesi olarak kullanılan Medusa başlarından yapının batısında konumlanmış olanı ters, doğusundaki ise yatay olarak duruyor. Buradaki Medusa başları, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin bahçesinde ve Çinili Köşk’ün yakınında bulunan Medusa başı örnekleriyle benzer özellikler gösterdiğinden Çemberlitaş’tan getirildikleri düşünülüyor.
Restorasyon sonrası 1987 yılında İBB tarafından müze olarak ziyarete açılan görkemli yapı, zaman içinde çeşitli ulusal ve uluslararası etkinliklere de ev sahipliği yaptı. İnsanlığın ortak mirası olarak kazandığı değeri, günümüzde de koruyan Yerebatan Sarnıcı’nın 1500 yıla uzanan çok katmanlı hafızası, gelecek için de ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.