Kronos34.netten Ömer Muratın haberine göre ;
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott’la dün akşam Sarıyer’de bir balıkçı restoranında ailece yemek yedikleri ortaya çıktı. Herşeyi planlandığı şekilde cereyan etmesi halinde kamuoyunun haberdar olma ihtimali pek düşük olan bu görüşme, dün İstanbul’da yaşanan kar fırtınası sırasında (başta yeni inşa edilen havalimanındakiler olmak üzere) yaşanan büyük acziyeti örtmek isteyen iktidarın propaganda “bombardımanında” kullandığı önemli “mühimmat” haline gelince, bazı gazetecilerin sevdiği bir tabirle gündeme “bomba” gibi düşmüş oldu.
Öncelikli şunu belirtmeliyim ki, yabancı büyükelçilerin bulundukları ülkelerdeki önde gelen yetkililerle bir araya gelmesi oldukça normal bir durumdur. Türk Büyükelçiler de gerek gördüklerinde görev yaptıkları ülkelerin önemli metropollerini idare eden kişilerle görüşmeye çalışırlar.
Bununla birlikte bu görüşmenin normal olmayan bazı taraflarının bulunduğunu da belirtmemiz gerekir. Buradaki anormallik, hukuksuz veya uygunsuz anlamında değil, olağan dışılığı ifade etmektedir.
GÖRÜŞMEYİ NEDEN KAMUOYUNA YANSITMAK İSTEMEDİLER?
Öncelikle tarafların görüşmenin basına yansımasını istemedikleri, bu nedenle samimi bir akşam yemeğinde bir araya gelme şeklinde planlama yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu bir “gizli” görüşme değildir; kimilerinin kafasında canlandırabildiğine benzer “çok gizli” görüşmeler böyle herkese açık lokantalarda yapılmazlar. Keza başta İngiliz Büyükelçi olmak üzere, görüşmenin tarafları, sosyal medyaya düşen fotoğraflardan da anlaşılabildiği üzere, iktidarın istihbaratı aracılığıyla onlar gibi kritik isimlerin her adımını “yakından takip” ettiğini gayet iyi bilirler.
Bu durumda tarafların görüşmenin iktidar tarafından bilinmesinden çekinmediklerini ama kamuoyuna da yansıtmak istemediklerini anlıyoruz. Nitekim iki taraf da görüşmeye ilişkin herhangi bir açıklama hala yapmadı. Neden böyle bir tutum içerisinde olabilirler?
Bu sorunun cevabını bulmak için ikinci bir soruyu daha sormamız gerekiyor. Şu konjonktürde İmamoğlu’yla İngiliz Büyükelçi arasında örneğin makamında gerçekleştirilecek ve basına verilecek bir fotoğrafla duyurulacak bir görüşme ne ifade ederdi? Bu sorunun cevabı çok açık: Bu ayın başında, beş yüzün üstünde “teröristi” belediyede çalıştırdığı garip iddiasıyla haber ve soruşturmalara mevzu olan İmamoğlu’na verilmiş açık bir destek olarak görülecekti. Çünkü İngiliz Büyükelçi, daha 7 Aralık’ta İmamoğlu ile kamuoyuyla paylaşılan bir görüşme yapmıştı. Üzerinden iki ay geçmeden yapılacak yeni bir görüşme ve verilecek yeni bir fotoğraf doğrudan bu hadiseyle ilişkilendirilebilecekti. Erdoğan’ın böyle açıktan ikinci bir görüşmeyi kendisine verilmiş bir mesaj olarak algılaması içten bile olmayacaktı. AKP liderinin bu konuları ne denli istismar etme temayülünde olduğu bilindiğinden, İngiliz Büyükelçinin bu tür bir sonuca sebebiyet vermek istemediği tahmine müsaittir.
Peki İngiliz Büyükelçi böyle bir görüşmeyle neyi hedeflemiş olabilir? Konuyla ilgili yazımda nedenlerini uzun uzadıya ele aldığım gibi, Erdoğan’ın her şeyi göze alarak İmamoğlu’nu görevden almaya hazırlandığı ihtimali hiç düşük değildir. Erdoğan rejiminin Batı’daki en yakın müttefiki konumunda olduğu görülen İngiltere böyle bir gelişmenin Türkiye iç ve dış siyasetinde ciddi çalkantılara yol açabileceği öngörüsünden hareketle önalıcı bazı adımlar atmak gereğini duymuş olabilir.
İngiltere’nin Erdoğan rejimiyle ilişkisini “gönüllü bir ittifaktan” ziyade, tarafların belirli zorunluluklar sonucu bir araya gelmesi olarak görme eğilimindeyim. İstanbul’da düzenlenmesi planlanan ve iki İngiliz takımı arasında oynanacak Şampiyonlar Ligi finalinin başka ülkeye alınması sırasında İngiliz Başbakanı Boris Johnson’ın Erdoğan’ın telefonla görüşme taleplerine cevap vermeye tenezzül etmemesi ve Glasgow’daki İklim Zirvesi’ne ev sahipliği yaparken Erdoğan’ın koruma ordusu ve geniş ekibiyle uzun bir kortej oluşturmasına bazı gerekçeler ileri sürerek müsaade etmemesinde gayet açık bir şekilde görüldüğü üzere bu ittifak ilişkisinde güçlü konumdaki taraf İngiltere’dir.
Londra, dış politikasını hangi eksende sürdürmeye çalıştığı zaman zaman belirsizleşen Erdoğan’ın savrulmalarını kontrol altında tutma ve onun tamamen Rusya gibi ülkelerin etkisi altına düşmesini engelleme gibi bir misyon edinmiş gibidir. Bunun kendi insiyatifiyle, etkinlik alanını genişletmek için geliştirdiği bir misyon ve/veya transatlantik ittifak içinde bir rol dağılımının yansıması olması mümkündür. Bunun iç siyasete bakan boyutu, İngiltere’ye yakın unsurların otokratın hışmından korunarak Erdoğan sonrasına geçiş sürecinin kaotik ortamından istifade edebilecekleri avantajlı bir konumda tutulabilmelerini sağlamak olmalıdır. Londra’nın AKP liderine yönelik bu “sıcak” tavrı, Batı’dan özellikle de ABD’den yüz bulamadığı için ciddi bir kızgınlık ve stres içinde olan Erdoğan’ı rahatlatmaktadır.