Kimlik kartını kaybetmiş, her nasılsa ikameti de görünmüyormuş kayıtta.
‘Ne yapalım’ diye sormaya bana getirdi kızı.
. . .
Oturup bastonunu koydu kenara.
Çay verdim ona, şeker de istedi.
Çaycıya ‘Sen, dedi. Sen tanımadın mı beni? Taksi şöförlüğü yapardım ben.’
Söylediği otuz kırk sene evvel, çaycı dünyada yokken.
. . .
Sonra dönüp sordu bana.
‘Pekiyi sen nerelisin?’
Beni mi tanımıyorsun Halim Amca? Şimdi böyle mi olduk?
Hani kırk yıllık yemişliğimiz içmişliğimiz…
Denizi gören yamaçta karpuz ekmişliğimiz bile var seninle.
Ne sofralara oturduk bahçedeki kuyunun başında, Mor yapraklı erik ağacının gölgesinde…
Hani kahkaha çiçekleri dinlerdi bizi. Şakayıklar, kadifeler, petunyalar, sardunyalar kulak kesilirdi.
Yazın ‘erikler, incirler, mısırlar oldu gel’ derdin.
Kışın pırasalar, kıvırcıklar soğanlar lahanalar bırakırdın balkonuma.
Hani beni biricik oğlun kadar sevdiğini söylerdin.
Ne oldu da unuttun beni be Mestan aganın oğlu Halim Efendi.
. . .
Yine anlattı bildiklerimi.
12 yaşımda çıktım Silivri’nin köyünden, Fatih’e gittim.
O zaman Fatih başka… insanlar konuşunca ağzına bakardın hayretle. Şarkı mı söylüyor, dua mı ediyor diye…
Gidecek yer yok, Nişanca’da bir berbere çırak oldum.
‘Ufacık oğlan… kalsın bizde’ dedi eşi.
Akşam bahçeyi düzenlerdim, su taşırdım evine.
Koca fatih yangın yeri.
Ev sahiplerim ana babamdan şefkatli.
. . .
Amcam Kocamustafapaşa’da pazarcılar kooperatifi başkanı.
Pazarda bin tahta, bir lira alsan bir sene yeter.
Cepte bir metal para olunca patronlar gibiydik.
Aldık, sattık, servet edindik.
Motor merakım vardı, usta oldum.
Taksicilik yapıp harap İstanbul’un dört köşesini dolaştım.
Kısmet öyle imiş, Babaeski’den evlendim.
Köye döndüm sonra, baba ocağını tüttürdüm.
Denize bakar yamaçlarda çapa ile, kürek ile ektik biçtik.
Dua ederken dinlenirdik.
. . .
Eski zaman beyefendileri gibi teşekkürler etti, ricalar etti, dualar etti.
Uğurlayıp kapadım kapıyı. Masada yarım kalmış çay fincanı…
Bilmem ki nereye gidiyor…
Bizi kimlere bırakıp gidiyor sevdiklerimiz…